![]() |
||
-Cumhuriyetin ilanından sonra Kadirli-Kozan-Andırın yöresinde giden Ermenilerin , savaşa gidip te gelmeyenerin , garip-guraba olanların(garibanların) mal ve mülklerine el koyma, yağma,soygunlar hızlandı. -Zulüm ve yağma hareketlerini kendilerini “kuvayı milliyeci gösterenler” yapıyordu. -Çok sayıda delikanlı zulme başkaldırı veya muhtelif sebeplerden eşkıya olarak dağlara çıktı. -Zulüm düzeninin başında İstiklal Mahkemesi Reisi ve milletvekili Ali Sahip vardı. -Kadirli kaymakamı Fazıl Haluk Bey, eşkiyalara Cumhuriyetin 10.yılı anısına teslim olmalarını bir manhkeme olup affedilecekleri çağrısını yaptı. -Eşkiyalar topluca teslim oldular. Ve Elleri zincire bağlı bir halde Kozan cezaevine geldiler. -Eşkiyalar, Temmuz 1933’ün sonlarında Adana’ya mahkemeye götürürken, Kozan-İmamoğlu arasındaki Tırmılhöyük’te topluca kurşuna dizildiler.
eşkiyalar vurulmadan önce Kadirli Kaymakamı Fazıl Haluk Bey ile bu fotoğrafı çektirdi. Eşkiyabaşı Çörtül Hacıveli'nin üzerinden çıkan el defteri, üzerinde "Allahım affet" yazıları var.
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte kapılar açıldı. ‘Haydi kalkın, bugün Adana’ya gidilecek. Hazırlıklar gecikmesin’ diyen şahsın yüzünü gördüler. Bu asık suratlı gardiyan sadece görevini yapıyordu. Kararlaştırıldığı gibi Adana’ya gidecekler,orada mahkeme olacaklardı. Evletin adliyesine, hakimine,polisine ve askerine güvenleri vardı. Yataklarından kalkanlar, gözlerini oğuşturdular. İçlerinden Karslı/Kadirlili Hacıveli’nin ağzından ‘le havle vela guvve te illa billahil aliyyül azim’ sesleri çıktı. Bu sözler tanrıya yakarışı andıran sözlerdi. Bulundukları yer Kozan cezaevi idi. Eski taş bir yapı. Dışarıyı boydan boya çeviren duvarlar içinde dar odalarda,tahta ranzalarda yatıp kalkan mahkumlar için ceza çekme yeri idi burası. Manastıra da yakında. Hemen yanı başlarında bir kartal gibi yükselen Kozan kalesinin heybetli görüntüsüne bakarak ‘Dünyanın binbir hali’ diyesi gelir insanın. Cezaevi mahkumları birkaç gün önce Kadirli’den gelmişlerdi. Bunlar ‘namlı eşkiyalar’ olarak da biliniyordu. Yıllarca dağlarda dolaşmışlar,mağara kovuklarında yaşamışlar, ev basmışlar,yol kesmişlerdi. Ellerindeki mavzerler, ateş saçmıştı ağzından hedefe doğru giderken. Tabancalar,tüfenkler, pala bıçaklar,hatta ne zaman yapıldığı belli olmayan kamalar kılıçlar bile onların çocuk oyuncağı idi. Bir de ‘cendermeler ile müsademe olmasa’… Devletin askerine silah sıkmak,ölmek veya öldürmek işte onlar için tahammül edilemez acıların da sebebi idi. Kaderleri onları karşı karşıya getiriyordu. Ölmek veya öldürmek onların kısa hayat hikayeleri idi. Zaten ne zaman ve niçin yaptıklarını da hiç kimse sormuyordu onlara.Sadece kendileri biliyorlardı ‘neden eşkıya çıktıklarını’ bir de Allah! İnsanoğlu aklına geldiği gibi konuşuyordu. Her neyse… Eşmenin başına gittiler. Ellerini yüzlerini yıkadılar. Saçlarını da taramak istediler ama tarak yoktu. Koğuşun çıkışındaki kapıya yakın yere asılı duran aynaya şöyle bir baktıklarında yüzlerinde meymenet olmadığını zannettiler. Göz kapakları bile yüzlerinin asık suratı ile arkadaş olmuştu sanki, yılların korku ve intikam duygusu onları bu hale getirmişti. Salona geçtiklerinde kahvaltıları hazırlanmıştı. Çay,zeytin biraz da peynir…Başlarını bekleyen askerin ‘Kadirlili arkadaşlar,yolumuz uzun,erken davranalım, sıcaklara kalmayalım’ seslenişi ile birlikte toparlandılar. Bir cenderme torbanın ağzını açtı. Şangır sesleri arasında ince uzun bir demir şeriti çıkardı. Yer yer boğumluydu. Açılıp kapanan bölmeleri vardı. Bir başka askerin ağzından ‘Sıraya dizilin’ sesleri çıktı. Sıraya dizildiler. Kollarını uzattılar. Askerin elinde upuzun demir parçası bir ‘ saf zinciri’ idi. İnsanların ellerini birbirine bağlayan demir halka. Kadirli eşkiyaları cezavenin kapısından çıkarken içlerinde bulunan örtül Hacıveli,şöyle bir baktı kaleye… Ve içinden iyi hatırladığı şu sözleri mırıldandı ağzından Sonra gençliğini yaşadığı Kadirli yoluna baktı. Hayalleri yaşadığı olaylar canlandı. Eşkiyalar peşpeşe dizildiler. Cezaevinin demir kapısı yeniden kapanırken onların adımları yavaş yavaş da olsa adımları bir yerlere götürüyordu. Daha güneşyeni doğmuştu ki evlerinin önünü süpüren kadınlar, ana caddede dolaşan insanlar eşkiyaların elleri bağlıbir halde cendermeler ile birlikte yürümelerine bakarak ‘ne halleri varsa’ diye söylendiler. Ana cadde,taşbinalar, köprü, bağlar bahçeler, kale, tarlalar tarlalar tarlaların iç içe bulunduğu görür gözler topraklarda ilerlediler. Yol kıyısına yaklaşarak havlayan köpekler bile yürüyenlere yaklaştığında duruyor seyre dalıyordu. Köpeklerin dilleri vardı ama sadece salya akıtıyordu,dişleri vardı ama parçalamak un ufak etmek için…Ama bu köpekler ne parçalamak ve nede ulumak için oraydılar. Onlar da garip giarip bakıyordu yürüyenlere. Yok kıyısında alabildiğince uzanan ekin tarlaları daha yeni yeni biçilmişti. Geriye firezleri kalmıştı. Raya buraya uçuşan serdçelerin çıkardığı cik cik sesleri, yol kıyısında kulakları çınlatarak ses çıkaran cırcır böcekleri,allı yeşilli,sarılı rengarenk çiçeklerin bir arada bulunduğu yol kıyısını izleyerek yürüyorlardı. Uzaklardaki Nalbant köyünün dam evleri göründü. Bir de yakınlardaki tepe. Yol da o tepeye doğru yaklaşıyordu.Askerler iki sıra halinde dizilmişler,omuzlarında tüfenk. Ve en önde kumandan olduğu halde yol alıyorlardı. Askerlerin eşkiyalara bakışı sadece sessiz ve kuşku dolu gibiydi. Orada herkes rolünü oynuyor, görevini yapıyordu. Kumandanın sesi duyuldu: ‘Dur!’… Askerler, eşkiyalar durdular. Kumandan şöyle bir baktı karşısındakilere. Yavaş adımlarla yürüdü. ‘Şimdi karşımda toplanın ve beni dinleyin’ dedi. Cendermeler, mavzerlerini omuzlarından indirdiler. onlar da oldukları yerde durmuşlardı. Kumandanın bakışlarından ne söyleyediğini anlayan cendermeler, biraz geri geri çekildiler. Çember oldular. Eşkiyalar orta yerdeydi ve elleri bağlı. Kumandan gerisin geriye birkaç adım attı. Ellerini beline doğru tuttu.Gerindi, gerindi. Bakışları birden bire değişti. Açtı ağzını yumdu gözünü. Ve konuştu, ve haykırdı. ‘Sizler devletin temel nizamlarına karşı koyun, yıllar varki kanun dinlemeyen, asayişi ihlal eden. Bu ülkede rejime karşı gelen, sadece kan akıtan sizler gibi erazil,çapulcu ve eşkıya güruhundan bu ülke az çekmedi. Evleti asi olanın sonu da hüsran olur’… Konuşmalar bu minval üzere gitti. Eşkiyaların dizi titremeye başladı. Hacıveli başta olmak üzere hepsini bir korku ve telaş aldı. Sıcak sıcak boncuk boncuk ter damlaları akmaya başladı alınlarından… Kumandanın ağzından çıkan sözler sanki makinelı tüfenk ateşi gibiydi ‘ Sizin gibi pislikleri, vatan hainlerini, eşkıya asi toplulukları ortadan kaldırmak lazım, vatan ve millet menfaatına’…Kumandanın, ‘Asker, hazırol! Hedefe nisan al! Ateş! Demesiyle birlikte ölüm kustu kustu mavzerler. Orta yerdeki elleri zincire bağlı kımıldayamayan gençler peş peşe yere düşmeye başladı. Vücutlarından kanlar gelmeyebaşladı. Saçları sakalları, toz toprak,kan içinde kaldı. Yere düşerken patırdayan vücutları şiddetli acı ve ağrılarla dayanılmaz bir haldeydi. Silah sesleri kulakları sağır edercesine, ölüm kusuyordu. Sesler firez tarlalarında yankılandı. Uzaktaki Kozan kalesi kayalıkları bile inliyordu. Bırakınız Kozan’ı uzaktaki Toros dağlarına bile ulaşmıştı sesler. Börtü böcek…Elvan çeşit kuşlar, hayvanlar, insanlar, hatta canavar olarak görülen yılanlar, çiyanlar bile duymuştu mavzer seslerini. Sesler kulaklarda acı acı yankılanırken bir şeyler oluyordu yakınlarda… Kadirli’nin gençleri veya kanunların tanımladığı ‘Kars eşkiyaları’nın cansız bedenleri peşpeşe toprağa düştü. Yakınlardaki Arslanlı köyünün Topallar mahallesi köylüleri, Nalbant köyünün ihtiyarları, çobanlar, çocuklar , süt veren inekler,camızlar, hatta civcivler, hatta ana rahminde dünyaya gelmeyi bekleyen bebeler dile duymuş ve hissetmişlerdi kurşun seslerini… Sesler seslere karıştı. Bağırıp çağırışmalar,ağlayıp inlemelerin bini bir para etmiyordu. Orta yerde bir olayvardı ki ‘pislikler dünyadan kaldırılıyor,ortalık temizleniyor!’ diyenler ile ‘Allahsızlar…’ diye bağıranların canhıraş sesleri vardı. Zincir zincire,beden bedene sarılı olarak yere düştü. Çukurova’nın bereketli toprakları kana bulanmıştı o gün. Hemen yakınlardaki derenin kıyısında yükseliveren Tırmılhöyük şahidi idi olayın. Derken kurşun sesleri kesildi. Barut kokuları etrafa yayıldı. Bir sis dumanı yükseldi. Sessizlik devam ederken askerler kurşunlarını yenilediler. Tüfenklerini ellerine aldılar. Yine ayakta ve hazırol vaziyetine geldiler. Yaşları, 2O, veya 3O, veya azami 4O’ı ancak bulan bu gençler,bu eşkiyalar hayatlarının baharında tara toprağa serilmişlerdi. Derken beklenmedik bir olay oldu. O sessizliğin, o barut ve kan kokularının toprağa iyicene siğdiği bir anda cansız bedenleri ile toprağa düşmüş gençlerin arasından bir beden kımıldamaya başladı. Yavaşca ayağa kalkmaya çabalıyordu. Dizlerinin üzerine doğru yaslanarak zar zor ayağa kalkmayı başardı. Elleri zincire bağlıydı. Gözleri ise kin ve intikam duygularıyla kumandana bakıyordu. Artık her şeyin bittiği sanıldığı bir anda ayağa kalkan eşkiyabaşı olmakla suçlanan Çörtül Hacıveli idi. Korkacağı hiçbir şey yoktu. Ölüm ise ‘bir emri hak’ idi onun nazarında.Bakışlarıyla kumandanı bir an için telaşa düşürdü. Belli ki kumandan afallamış biraz da korkmuştu. Beklenmeyen bir olay ile karşı karşıya idi. ‘Hepsini temizledim’düşüncesinde olduğu bir sırada ünlü eşkiyabaşı şimdi karşısında idi. Hacıveli kalbinden geçenleri, inandıklarını,haykırarak konuştu, kumandanın yüzüne karşı:’Kumandan! Allahtan kork!Neydi benim suçum. Araştırıp soruşturdun mu. Ben adam öldürmedim, katilliğim yoktur. Devlet istedi biz dağdan indik hökümete teslim olduk. Güvenmiştik hükümete vede devlete,vede kaymakama,vede savcıya vede hakime vede valiye…Adana’ya mahkemeyegidiyorduk, hani… Bizi sağ salim ulaştıracaktınız . Mahkeme olacak, şahitler,deliller, ispatlar ortaya konacak, suçumuz sudurumz varsa ceza alacak, yok eğer bir şeyler bulunmazsa af olacaktık. Bizim devlet ile mahkememiz vardı. Kumandan beni öldürme. Kıyma benim canıma geride yeni evlendiğim bir hanımım var.Ana rahminde bir çocuğu bekliyor. O şimdi doğum sancıları içindedir. Babam var geride yolumu gözleyen. Anam var gözü yaşlı duasını esirgemeyen. Kumandan ne olur beni öldürme,kıyma benim canıma.Allah’tan kork. Ben ve arkadaşlarım devlete ve millete ihanet etmedik. Bu şu yerde cansız yatan Horali Süleyman’a ! Üzerinde hala Kuvayı Milliye günlerinin kıyafeti var. Çizgili Maraş abası, şalvar ve tozluk. Başında da fes. Günlerin yadigarı. Bu gençler hep Kars’ın çocukları. Anasına kızan, nişanlısına kavuşamayan, komşusu ile kavga eden dağa çıkmış. Eşkiyalık moda olmuş Kars’ta. Suçları sudurları kendi kabahatleri ise kanunlar verir cezasını… Affetmek devlete yakışır.Sen hiç duydun mu kumandan şu sözleri’ Zulüm ile abad olanın akibeti berbat olur’ derler. İşte benim hikayem de bu sözlerde saklı. Ağa çıktım doğru. Silah sıktım doğru. Kime karşı ve niçin. Alim kim, zulme uğrayan kim hiç merak ettin mi! Etrafına bak, kumandan. Şu karşıdaki köy Ermeni Nalbantyanların idi. Onların ismini taşır. O topraklar şimdi kimlerin elinde. Arkadaşlarımın cansız bedenlerinin yere serildiği bu topraklar da bir zamanlar Ermeni Kuyumcular’ın, Fermanoğullarının idi. Ama şimdi kimin oldu! Bu topraklara bir göz at. Kozan’da,kim kime zulmetti, gözyaşıdöktü. Ermenilerin, cephelerde şehit oluputa gelmeyenlerin, dul ve yetimlerin mallarını, mülklerini kimler yağmaladı. Kimler zulüm düzeni kurdular bu topraklarda. Çukurova bir baştan bir başa nasıl yağmalandı, bilir misin!Bana Çörtül Hacıveli derler. Ben bir ağa çocuğuyum. Ağalık beylik varken,devran sürmek, gülüp oynamak,sevişmek , dünyadan zevk almak dururken, neden elime silah alarak dağa çıktım bilir misin! Bilir misin kumandan, Bilir misin! Kıyma benim canıma! Allah’tan kork! Bağışla benim canımı.Mahkemeye götür beni!Mahkemeye…Orada hesaplaşalım devlet ile,millet ile… Kumandan yapma,kıyma benim canıma Allahaşkına!’…
Kumandan, bir eşkiyaya,birde etrafını çeviren askerlere baktı. Bir olay olmuş, Kars eşkiyaları temizlenmişti. Ama şimdi onlar içinden en azılı olanı karşısında durmuş dikleniyor. Af diyor, mahkeme diyor, Allah diyordu. Kumandan soğuk terler döktü. İki arada bir derede kalmıştı. Ok değil daha bir iki ay evveline kadar dağlarda eşkıya takibinde iken ne zorluklarla karşılaşmıştı. Yanı başında, siperlerde, baskınlarda müsademede öldürülen askerler vardı. Onların kanı yerde kalmayacak diye yemin etmişti kendi kendine. Şimdi tam fırsatı idi. Olan olmuş bir kere. Hepsini, hepsini,şu karşısında duran diklenen eşkiyayı bile ortadan kaldırırsa ne olurdu! İşi kitabına uydurmak da kolaydı. Kumandan, askerlere döndü. Soğuk terler dökerek biraz da kızgınlıkla ‘Ateş’ diye bağırdı. Mavzerler yeniden alev saçtı. Kulaklar yine çınladı. Ortalık toz dumana karıştı. Son eşkiyabaşı Hacıveli de öldürülmüştü…Elleri zincire bağlı eşkiyalar ve onları çevrede korumakla görevli askerler aynı olayı yaşamışlardı. Ölenler, öldürenler… Emir verenler,yerine getirenler bir arada idi. Hacıveli’nin ağzından ‘Allahsızlar’ sözlerj çıkmıştı ama ne duyan olmuştu,nede dinleyen!... Çukurova’nın orta yerinde Kozan’dan Adana’ya doğru giden yolun Tırmılhöyük mevkiinde Kars eşkiyaları öldürülmüşü…yok yok temizlenmişti!...Civardaki köylüler silah sesini duyarak geldiler olayyerine. Nalbant köyünün Boşnak muhacirleri, Afrikadan gelen Araplar, Kürtler, yakınlardaki Topallar mahallesinin çocukları, gençleri, ihtiyarları hep gelmişlerdi olay yerine. Yakınlaştılar,yakınlaştılar. Bedenleri toprağa düşmüş, kan revan içindeki eşkiyaların cansız bedenlerini görebilmişlerdi. Askerler çevirmişlerdi etrafı. Hiç kimse yaklaşamıyor. Yakından göremiyordu olanları. Aşikare olan bir şey vardı ki Kars eşkiyaları öldürülmüştü Tırmılhöyük’te…
Ok geçmedi. Kozan ilçesine haber geldi. Kaymakam, savcı,doktor isteniyordu. Kumandan haber salarken yöneticilere ağzından hep ‘karşı geldiler, müsademe oldu ve öldüler’sözleri çıkıyordu ağzından. Haber tez ulaştı Adana Valisi’ne, oradan da Ankara’ya gitti. Haberdar edildi yöneticiler. Kozan ilçesinde önce Kaymakam gitti olay yerine. Arkasından da doktor ve savcının da hazır olması ve bir an evvel gelmeleri isteniyordu. Şöför Nuri Bey’e haber verildi. Kısa zamanda Nuri Bey, üstü açık kamyonete benzer arabası ile hazır ve nazırdı. Doktor Hayri Bey ve Savcı da olduğu halde birlikte olay yerine Sarıçam yolundaki Tırmıl’a doğru hareket ettiler. Bir insan kalabalığı gördüler uzaktan. Orta yerde askerlerin aldığı tertibat ayan beyan seçiliyordu. Köylüler ise etrafta toplanmışlar ve bakışıyorlardı. Yaklaştılar. Nuri Bey, frene bastı. Korna ses verdi. Kumandan ve askerler geldiler arabanın yanına kadar. Kumandan ‘askere mukavemetten dolayı müsademe neticesi’ sözlerini sarfetti ilk anda. Savcı ve Doktor cesetlerin bulunduğu yere doğru geldiler. Eşkiyaların üzerlerindeki elbiseler soyulmuş,sadece donları vardı üzerlerinde. Olayın oluşşekli,kurşun yaraları belli idi. Mavzer kurşunları girdiği yerde bir iz bırakır ancak çıkış yerinde büyük bir parçalama yapardı. Kurşunların giriş yeri arkadan idi göğüsler ise paramparça idi. Doktorun ilk aklına gelen ‘Bunlar karşılıklı müsademe sonucu öldürülmüş olsalar kurşunların giriş izi önden olurdu, ama burada durum farklı gibiydi. Masa hazırlanmış,üzerine de daktilo yerleştirilmişti. Savcı gördüklerini zabıt belgesine yazdırırken mesned (delil) olarak da oktorun vereceği raporu ekleyecekti. Kumandan habire konuşuyordu ‘Müsademe, müsademe’ ama orta yerde farklı bir manzara vardı. Ve doktor gördüklerini yazdırma yabaşladı ‘Arka vücuttan giren kurşunlar…’ Kumandan, bu hal karşısında rahatsız oldu. Sinirlendi. Doktorun yanına kadar geldi. Uyacağı kadar bir sesle ‘Doktor, bırak doktorluk edebiyatı yapmayı dediğimiz gibi yaz.3l’i öldü. Seni de 32.’si yaparız’ dedi. Şimdi doktor da rahatsız oldu. Tehdid ve baskı altındaydı. Önünde onu bekleyenbir istikbali çoluk çocuğu vardı. O halde iken bile ‘söylenenleri’ elleri titreyerek yazdı.Kumandan bir kenara çekilmiş devamlı yukarı makamlara tel ile haber veriyordu. Doktor,Savcı velhasıl yetkililer yöneticiler elbirliği etmişcesine eşkiyaların defterini dürmüşler, dosyayı ikmal etmişlerdi.
Yakındaki Nalbant köyüne haber salındı. At arabası olan varsa gelsin, eşkıya cesetleri taşınacak diye. Gelenler oldu arabalarıyla, kürekleriyle. Hemen yüz metre kadar ileriye yolun kıyısına iki büyük çukur açıldı. Çıplak cesetler üst üste kondu. Arabalarla taşınmaya başlandı. Aynı anda eşkiyaların üzerinden çıkan elbiseler de yakındaki tarlada yakılıyordu. Dumanlara kan kokuları da karışıyordu. Olayı gören köylüler burunlarını kapadılar.Köylüler içinden hin oğlu hin oğlu olan bazıları eşkıya elbiseleri yakılırken üzerlerinden çıkacak altınları almak için fırsat kolluyordu. Şöför Nuri Bey de eşkıya cesetlerinin yanına yaklaştı. Bir Eşkiyabaşı Hacıveli’nin cansız cesedine baktı. Bir de hemen yanıbaşında duran üzerinden çıkan elbiseye. Yardımcısı olan delikanlıya ‘Hacıveli’nin üzerinden çıkan şeyleri bana ver. Altın çıkarsa senin olsun’ dedi. Hacıveli’nin üzerindeki gömleğin iç cebinden el defterine benzer bir şey çıktı. Nuri Bey, eline aldı. Kurşunla sırt kısmı parçalanmış, kan izleri ve ter kokusu henüz ayan beyan belli olan defteri aldı. İçinden de ‘Yazık oldu bu gençlere’ diye kendi kendine söyleniyordu.
Sonra arabalarla taşınan cesetler az ilerdeki yolun kıyısındaki çukura dolduruldular. Üzerlerine toprak atıldı. Kaymakam, Savcı, Doktor, kumandan her kim var ise olay yerinden ayrıldılar. Yakınlardaki Arslanlı köyünden olan yaşı ilerlemiş, sakallarına ak düşmüş ünlü kuvayı milliye kumandanı Halil Topaloğlu millet olay yerinden ayrılırken dalgın gözlerle biraz da gözyaşı dökerek Ağzından şu sözleri mırıldandı: ‘Hacıveli Bozkurt idi Şöför Nuri Bey, Hacıveli’nin üzerinden aldığı defteri canı gibi sakladı. Bir ara defteri eline aldı. Efterin sırt kısmı parçalanmıştı. Sayfalarını aralamaya başladı. Osmanlı alfabesiyle elle yazılmış bir el defteri idi. Defterin sırtı neden yırtılmış olabilirdi! Defterin yırtılan yerini yapış tırmak mümkün olmayınca elle dikilmişti. Eşkiyabaşı’nın üzerinden defter çıktığına göre okur yazar vede ilim sahibi birisi olmalıydı. Defterin sayfaları siyah mürekkeble yazılmıştı. Boncuk gibi dizilen harfler ile birleşen kelimeler ve aralarda yapılan kırmızı süslemeler ile defter çok kıymetli idi. Eyşkiyabaşının üzerinden, koynundan çıkmıştı. Defterin sayfalarını aralarken elleri titredi. İlk sayfasında Kur’an’dan alınma Fatiha suresi vardı.Onu Bakara, İbrahim, Yasin sureleri izliyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Kur’an surelerindern seçilmiş parçalar birleştirilmişti. Halk arasında ona ‘Hamaylı’ deniliyordu. İnsanı türlü felaketlerden koruyan defter,mağarada yatıp kalksan yılan çıyan sokmaz, kurt kuş canavar hiçbir zarar vermez. Her türlü felakettenbeladan musibetten korurdu hamaylı. Öyle inanılıyordu. Göğsüne takarsan kurşun bile geçmez derlerdi insana. Olanlar olmuş Hacıveli ve arkadaşları bilumum eşkiyalar öldürülmüştü. Kadirli’nin Alibeyli köyünden İplikçi Osman , Kallinçi’den Ekşioğulları, Değirmendere gu Mustafa ve diğerleri… Nuri Bey,eski yazıyıiyiokuyordu. Elinde titreyerek tuttuğu defterin son sayfasında yazılı olan ‘isyan sadır oldu ise’ sözleri dikkatini çekti. Bu sözlerin devamında ‘estağfurullah, estağfurullah,estağfurullah, el azim,ellezi la ileha illa hüvel hayyul gayyum vel mağfirete la ileha hu el tevvabürrahim ya rabbül kerim elimden dilimden ve gözümden ve kulağımdan vesair azalarımdan bilerek veya bilmeyerek küfür, hata, şirk isyan sadır oldu ise ben onların cümlesinden nadim oldum pişman oldum. Azmen cezmen yapmamayakast eyledim…’.Bir eşkiyanın üzerinden çıkan defterde yazılı idi bu sözler. Eşkıya bilerek veya bilmeyerek hata yapmış ise affedilmesini tanrıdan yalvarıp yakarak istiyordu. İsyan sadır olmuş ise sözleriyle de ‘neden isyan etmek durumunda olduğunu,bu durumda bile yapmış olduğu yanlışlardan dolayı bağışlanmasını istiyordu. Ama kumandan, ama cendermeler, ama kaymakam, ama savcı, ama vali, ama Ankara’daki…… devletlular Hacıveli ve arkadaşlarını affetmemişlerdi. Vukuat dosyası üzerinde hiçbir işlem yapmaksızın kapatmayı tercih ettiler. Eşkiyaların ‘cenaze namazları’ bile kılınmamıştı. Geride kalan elbiseleri ve hatıra eşyaları yakınlarına bile teslim edilmemişti. Vücutları bile ortadan kaldırılmıştı, kaçak göçek açılan çukurlara doldurulmuşlardı. Nuri Bey, bir ömür boyu sakladı Hacıveli’nin defterini.Birgün birileri bakar da anlar diyerekten… Toz dumana karıştı. Nuri Bey, direksiyona uzanan eli ile son bir defa baktı gerideki Tırmıl’a.’Van yazık oldu gençlere’ sözlerini mırıldandı kendi kendine. Onların gidişinden sonra yüreği dağlanan ve gözlerinden yaşlar akan bir köylü geldi olayyerine. Elindeki torbada iki adet dut fidanı vardı. Toprağı eliyle deşti. Çukur açtı. Dutları dikti yan yana. Sonra dut ağaçları boy attı,büyüdü. Gökyüzüne doğru uzadı gitti.
Kadirli eşkiyalarının öldürüldüğü haberi tez ulaştı Kadirli’ye. Hacıveli’nin evinde kıyametler koptu. Anasını,babası acıları içine atmak isteselerde ağlamanın önüne geçemiyorlardı. Hacıveli’nin bacısı Şerife hanım yanan yüreğinin sesini dillendirdi. Hem ağlıyor ve hemde ağıt söylüyor,dizini dövüyordu. Varmola başında hoca!
|
|
|
![]() |