Mucizelerin en büyüğü |
Sual: Muhammed aleyhisselam efendimizin mucizelerinin en büyüğü nedir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimdir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlardır. Bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İ’cazı ve belagati insan sözüne benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor.
Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslam düşmanları, Kur’an-ı kerimi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. İslam düşmanlarından ve muattala, melahide ve karamita denilen müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’an-ı kerimi değiştirmeye, bozmaya ve benzerini söylemeye çalışanlar olmuş ise de hiçbiri, arzularına kavuşamamıştır.
Bütün ilimler ve tecrübe ile bulunamayacak güzel şeyler ve iyi ahlak ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’an-ı kerimde açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı olanlarını, erbabı anlayabilmektedir.
Semavi kitapların hepsinde, Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de bulunan ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde mevcut ilimlerin hepsini ancak Allahü teâlâ bilir. Çoğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir.
Kur’an-ı kerimi okumak çok büyük bir nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdurlar. Bunun için, Kur’an-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsirler, Kur’an-ı kerimdeki ilimlerden çok azını bildirmektedirler. Kıyamet günü, Peygamber efendimiz minbere çıkıp Kur’an-ı kerim okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini anlayacaklardır.
Mucize olarak onlara Kur’an yetmez mi?
Kur’an-ı kerim misli olmayan büyük bir mucizedir. Aşağıda beyan edeceğimiz gibi, içinde en derin ilmi ve fenni bilgiler, bütün dünyada bugüne kadar yapılmış medeni kanunlara numune teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait birçok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları, nasihatler, dünya ve ahiret hakkında en mantıki izahat esasları ve bunlara benzer, o zamana kadar hiçbir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır. Bunlar, kimsenin söyleyemeyeceği yüksek bir ifade ile beyan edilmiştir.
Peygamber efendimiz ümmi idi. Yani kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç bir şey yazmamıştı. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
([Ey Muhammed “aleyhisselam”! Bu Kur’an-ı kerim sana indirilmeden önce] Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı bâtıla uyanlar şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]
[Müşrikler, Kur’an-ı kerimi, başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış derlerdi. Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmi olarak bildirilmiştir, bu ise ümmi değil diye şüpheye düşerlerdi.]
Kur’an-ı kerim, Allahü teâlâ tarafından vahiy edilen muazzam bir eserdir. Şimdi bunu tetkik edelim:
Bir yeni peygamber zuhur edince, onun etrafında toplanan halk, ondan mucizeler bekler. Gerek Musa aleyhisselam, gerek İsa aleyhisselam peygamberliklerini ispat etmek için mucizeler göstermek zorunda kaldılar. Hakikatte bu mucizeler, ancak Allahü teâlânın emir ve müsaadesi ve yaratması ile meydana geldi. Bizim gibi insan olan Peygamberler, kendiliklerinden mucize yapamazlar. Mucize, ancak Allahü teâlâ tarafından yaratılır. Peygamberler ancak, Allahü teâlânın yarattığı mucizeleri insanlara gösterirler.
Allahü teâlâ, Peygamber efendimize en büyük mucize olarak (Kur’an-ı kerimi) vahiy etmiştir. Kur’an-ı kerim, mucize olduğu muhakkak olan en büyük kitaptır. Halbuki insanlar, Muhammed aleyhisselamdan, semadan bir kitap indirilmesini veya bir dağı altuna çevirmesini istiyorlardı. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(“Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. [Ey habibim] Sen onlara de ki, mucizeler Rabbimin katındadır. [Allahü teâlânın kudreti ve iradesi ile olur. Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır. Bunları yapmak benim elimde değildir.] Doğrusu ben ancak Onun azabını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur’an gibi bir kitabı sana indirmiş olmamız, onlara [mucize olarak] yetmez mi? Elbette inanan kavim için, onda rahmet ve ibret vardır.) [Ankebut 50,51]
O halde, Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi, Kur’an-ı kerimdir. (Bu Allah kitabı değildir, onu Muhammed yazmıştır) diyebileceklere karşı da, Allahü teâlâ, yukarıda meal-i şerifini bildirdiğimiz, Ankebut suresinin kırksekizinci âyetinde cevap vermiştir. Böyle şüphelere mahal bırakmamıştır.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın ümmi, yani okuma yazma öğrenmemiş olduğunu bildirmiş ve bu sebepten Kur’an-ı kerimin ancak Allahü teâlâ tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını dilemiştir.
Allahü teâlâ, Nisa suresinin 82. âyetinde mealen, (Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı) buyurulmuştur. Allah kelamı olmadığını öğrendiğimiz bugünkü (Kitab-ı mukaddes)de, Tevrat ve İncillerde pek çok ihtilaflar vardır. Bu da, bunların asılları bozularak sonradan, insan eliyle yazılmış olduklarını ispat etmektedir.
Şimdi, Kur’an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu beraber görelim.
Bir kitabın mucize olması için, onun çok belagatli bir lisanla yazılmış olması, kimsenin o zamana kadar bilmediği, duymadığı hakikatleri, hikmetleri ortaya koyması ve eserin hiçbir kimsenin yapamayacağı bir tarzda tertip edilmiş bulunması lazımdır.
Kur’an-ı kerimin lisanının belagati hakkında çok misal verilmiştir. Bu husus, esasen bütün dünya tarafından kabul edilmiştir. Kur’an-ı kerimin belagatini inkâr eden tek insan yoktur.
Kur’an-ı kerimde, o zamana kadar hiç bilinmeyen hususlar zikredilmiş midir? Bunu tetkik edelim:
Bugün dünyamızın nasıl meydana geldiği hakkında büyük ansiklopedilerde ve fen adamlarının kitaplarında şu malumat vardır:
(Milyarlarca sene evvel, bütün kâinat [Evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların her biri başka bir cihete doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif seyyareler [gezegenler] ve ayrı ayrı galeksiler [saman yolları], güneşler ve peykler [aylar] meydana getirdiler. Artık Fezada [uzayda] bu ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığından, bu seyyareler ve uydular ve bunların içinde bulundukları galeksiler fezada kendi mahreklerinde [yörüngelerinde] devr etmeye [dönmeye] ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde güneşin de bulunduğu bir galeksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galeksiler vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir manzume [sistem]dir. Galeksiler yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaktadır. Çünkü, Kâinat, genişlemektedir. Bir kere, süratleri ziyanın süratine varırsa, artık öteki galeksileri görmemize imkan kalmayacaktır. Şimdiden, daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz. Zira, bir müddet sonra, onları göremiyeceğimizden korkmaktayız) diyorlar.
Kendileri ile görüştüğümüz fen adamlarına, (Bu neticeye ne zaman vasıl oldunuz?) dediğimiz zaman, (Şöyle böyle 50-60 seneden beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) demektedirler. 50-60 sene, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır.
Şimdi hemen bu hususta âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:
(İnkâr edenler, gökler ve Erd küresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnkâr edenlere bir delil de, gecedir. Biz, ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner.) [Yasin 37,38]
Demek oluyor ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 50-60 sene evvel meydana çıkarabildikleri dünyanın yaratılışını bundan tam 1400 sene evvel insanlara bildirmiştir.
Şimdi yine fen adamlarına dönelim:
Biyologlar: (Bugün hayatın nasıl meydana geldiğini şöyle açıklıyoruz: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardı. Yıldırımların tesirleri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene evvel, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Görüldüğü gibi, bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir) diyorlar.
Şimdi, âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:
(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnsanı sudan [meniden] yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54]
(Yerin yetiştirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allahü teâlâ her türlü ayb ve noksandan münezzehdir.) [Yasin 36]
Burada, nebatatı ve hayvanatı tetkik edenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyler) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar, işaretler vardır. Nitekim âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden [işaretlerinden] dir. Doğrusu burada âlimler [anlayış sahipleri] için ibret vardır.) [Rum 22]
Demek oluyor ki, (lisan ve renk farklarında) henüz bizim bugün daha bilemediğimiz bazı incelikler vardır. Bunlar zamanla meydana çıkacaktır.
Şimdi, dünyanın sonu hakkındaki malumatımızı tetkik edelim. Fen adamları, (Dünyanın muhakkak sonu gelecektir. Nitekim, kâinatta bazen bir seyyare parçalanıp ortadan kaybolmaktadır. Bizim tetkiklerimize göre, dünyamız, önceden kat’i olarak hesap edemediğimiz bir zaman sonra, muvazenesini kaybederek param parça olacaktır) demektedirler. Halbuki bunu Kur’an-ı kerim bize 1400 sene evvel bildirmiştir. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.) [Zilzal 1,2]
(Size, [varlığına ve birliğine delalet eden] âyetlerini, mucizelerini gösteren, size gökten rızk indiren Odur. Bu âyetlerden, işaretlerden Allah’a inananlardan başkası ibret almaz.) [Mümin 13]
Buradaki (gökten rızk indiren) tâbiri, çok kereler Musa aleyhisselam ve kavmi, çölde yolunu kaybettiği zaman, gökten inen (Kudret helvası) denilen ve bugün de susuz yerlerde peyda olan Manna adlı şekerli maddeyi işaret olabilir denilmiştir. Halbuki bu açıklama yanlıştır. Tefsir kitaplarında, âyet-i kerimedeki (Size gökten rızk indiren) mealindeki kısım, (Size gökten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini [kar, rutubet] indiren Allahü teâlâdır) şeklinde tefsir buyurulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, bizim rızkımızı hakikaten semadan indirmektedir.
Bunu biraz izah edelim. Bugün, en büyük fen adamları, dünyada albüminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şöyle izah etmektedir: (Yağmurlu günlerde yıldırım ve şimşeklerin tesirleri ile havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli azot dioksid, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin tesiri ile havadaki rutubet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir. Azot dioksid ise, rutubetin tesiriyle nitrik aside dönüşmekte, bu sefer nitrik asit ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum nitrat ve amonyum karbonat hasıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar, yağmurla yer yüzüne inmektedir. Yer yüzünde bu tuzlar toprakta bulunan kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu tuz da nebatat [bitkiler] tarafından mass edilerek [emilerek] onların yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebatatı yiyen insanlarda ve hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere, [ki bunların arasında albüminler de vardır] tehavvül etmekte ve bu hayvanların etlerini, sütlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir.)
O halde, insanların rızkı, Kur’an-ı kerimde bildirilmiş olduğu gibi, semadan gelmektedir.
Şimdi bir de Musa aleyhisselam zamanında tanrılık iddiasında bulunan Firavun’un, (ibret için) ne olduğuna bakalım:
“(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” [Yunus 92]
Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen isimdir. Mısır’a hakim olan 26 firavun sülalesi vardı. Her sülalede çeşitli firavunlar asırlarca hükümdarlık etti. Musa aleyhisselam zamanındaki firavun, tanrılık iddiasında bulundu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama inananlara işkence ve zulümler yaptı. Bu firavun dört yüz sene yaşamış, bir defa baş ağrısı görmemişti. Eğer bir defa başı ağrısaydı, bu saygısızlık hatırına gelmezdi.
Musa aleyhisselam, Mısır’a gelip Firavunu dine davet etti. Firavun kabul etmedi. Yanındaki veziri Hâmân’a sordu. O da; “Musa, büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor.” dedi. Böylece Firavunun imana gelmesine mani oldu ve iman eden hanımı Âsiye’nin de şehid olmasına sebep oldu.
Musa aleyhisselamın mucizelerine Firavun inanmadı, kâfirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları oldu. Üç günlük karanlık devam etti. Firavun bu mucizeleri görünce korktu. Musa aleyhisselam ile inananların Mısır’dan gitmesine izin verdi. Sonra Firavun bu iznine pişman oldu. Askerlerle arkasına düştü. Kızıldeniz’in Süveyş kısmında askerleri ile birlikte boğuldu.
Firavunun, Musa aleyhisselama ve ona inanan kimselere karşı yaptığı işler hakkında Bekara, Kasas, Tâhâ, Şuarâ, Tahrim, Gâfir (Mü’min), A’râf, Yunus, Zuhruf, Duhan, İsrâ, Sâffât, Ankebut surelerinde bilgi verilmektedir. Yunus suresi 92. âyet-i kerimesinde mealen; “(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler” buyurulmaktadır.
Üç bin seneden fazla bir zaman önce ölen bu Firavunun cesedi, mumyalanmış olarak değil, ibret-i âlem için mumyasız olarak korunmuştur, tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış, etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş şekilde ve secde eder vaziyette bulunmuştur. Firavunun bozulmamış bu cesedi şimdi Londra’daki British Museum’da teşhir edilmektedir.
Son olarak, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi olduğuna dair, herkesin bildiği bir olayı, bir hakikati burada tekrar hatırlatalım:
Müslümanlığı tercih edenlerin arasında denizaltı araştırmaları ile bütün dünyanın yakından tanıdığı, dünyanın en meşhur denizaltı kâşiflerinden Fransız ilim adamı Kaptan Kusto yer alıyor.
Televizyonda yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını bir bir gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan vak’anın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene önce dünyaya indirilen Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğunu görmesi olduğunu bildirdi.
Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadiseyi şöyle anlattı:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi, hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet'i seçerek müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur’an-ı kerimde açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı kerimin (Allahü teâlânın kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i seçtim.)
Birbirine karışmayan iki denizin bulunduğu hususunda birkaç âyet-i kerime vardır:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]
(İki deniz, birbirine bitişik iken, [Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]
(....iki deniz arasına perde koyan...) [Neml 61]
(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.) [Fatır 12]
Yukarıdaki bilgileri, (Kur’an-ı kerimde bildirilen şeyler, fen bilgilerine uymuyor, Muhammed “aleyhisselam” arkadaşlarıyla kendi yazdı) diyenlere cevap olarak yazıyoruz.
İslam âlimleri, tefsir ilminin mütehassısları, âyet-i kerimeleri, zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir etmişlerdir. Biz burada, Kur’an-ı kerimin her asırdaki fen bilgilerine uygun olduğu gibi, en yeni keşiflere de muvafık olduğunu göstermek istiyoruz. Her âyet-i kerimenin birçok, hatta sonsuz manası vardır. Çünkü, Allahü teâlânın bütün sıfatları gibi, kelam sıfatı da sonsuzdur. Bu manaların hepsini, ancak Kur’an-ı kerimin sahibi, yani Allahü teâlâ bilir. Bunların çoğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir. Bu mübarek Peygamberi de, münasip gördüklerini Eshabına haber vermiştir. Yukarıda verdiğimiz malumat, o manalar deryasından birkaç damla olabilir kanaatindeyiz.
Şimdi biz, bütün bu fen adamlarına, (Acaba bu hakikatleri bundan tam 1400 sene evvel, okuma yazma öğrenmemiş olan bir zat düşünebilir miydi?) diye soracak olsak, onlar: (Böyle şey olur mu? Bugün, bu hakikatlere varmak için, insanlar sayısız kitaplar okumuşlar, sayısız tecrübeler yapmışlar ve ancak asırlardan sonra, bu hakikatlere varmışlardır. Bu tecrübeleri yapabilmek için, uzun seneler okumak, muazzam laboratuvarlar kurmak, birçok hassas aletleri hazırlamak ve kullanmak icap eder) diyeceklerdir.
O halde, okuma yazma öğrenmemiş olan ve tamamen cahil bir muhitte yetişen bir zatın, böyle muazzam ilmi hakikatleri kendiliğinden bulup ortaya koyması düşünülebilir mi? Elbette ki düşünülemez. O halde, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselam tarafından yazıldığı iddiasını yapmak hiçbir bakımdan doğru değildir. Bugün, birçok gayretlerden sonra, elde edilen hakikatleri bize 1400 sene evvel bildiren bir kitab, ancak Allahü teâlânın Kitabı olabilir. Böyle muazzam bir kudret, insanlarda olamaz. Ancak Allahü teâlâda vardır. Yukarıdaki hususları dikkat ile okuyan herkes, buna inanacaktır. Buna inanmamak taassup, inatçılık ve cahillik olur. Muhammed aleyhisselam Kur’an-ı kerim surelerini neşr ederken, ancak Allahü teâlânın kendisine vahiy ettiği sözleri nakil ediyor, bunları O da, diğer insanlarla birlikte öğreniyordu.
Resulullah efendimiz hakkında, bütün dünyanın ancak hürmet duyduğunu ve mutaassıp birkaç papazdan başka hiç kimsenin aleyhinde hiçbir söz söylemediğini bir kere daha tekrar edelim. Aşağıda Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h.1305] senesinde, neşr edilmiş olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkındaki yazısını beraber okuyalım. Bu yazıyı bir ansiklopediden almamız, bu gibi kitapların, tamamen her hususu yanlış yazamayacaklarına göre, bazı hususları doğru yazmak mecburiyetinde kalmaları sebebi iledir. Bizi burada asıl alakadar eden kısım, Peygamber efendimizin ahlakı ve meziyetleri hakkında kullanılan sözlerdir. Daha bundan yüz sene evvel, İslam dini hakkında hıristiyan ilim adamlarının neler düşündüğünü de bildirdiği için, bu parçayı tamamen tercüme ederek sizlere sunuyoruz:
(Muhammed “aleyhisselam”ın künyesi, Ebülkasım bin Abdullahdır. İslam dininin müessisidir. 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de doğmuştur. Küçük yaşından beri ticaret ile meşgul olmuş, çok seyahatler yapmış, halk ile temas etmiş, her şeyi öğrenmeye heveslenmiştir. Daha genç yaşında, zengin bir tüccardan dul kalmış olan ve işlerini takip için kendisini yanına almış bulunan, Hatice ile evlenmiştir.
610 senesinde, kendisinin Peygamber olduğuna ve Allah tarafından kendisine vahy geldiğine inanmış ve tek Allah mefhumunu, birçok putlara tapan Araplara tebliğ için, büyük bir gayret ile faaliyete geçmiştir. Muhammed “aleyhisselam”, Allah tarafından bu vazifenin kendisine verildiğine bütün kalbi ile inanıyordu. Mekke halkının büyük kısmı kendisinin aleyhinde olduğu, fikirlerini şiddet ile red ettiği, hatta kendisini öldürmek istedikleri halde, mücadelesini, faaliyetini durdurmadı. Nihayet, kendisine karşı çıkanların fazla tazyiki üzerine, 622 senesinde Mekke’den ayrılarak Yesrib [Medine] şehrine gitti. Müslümanlar bu harekete (Hicret) adını verirler ve takvimlerini bu tarihe göre başlatırlar.
Muhammed “aleyhisselam”, Medine’de birçok taraftar buldu. Bir putperestlik dini olan eski Arap dinini tamamen ıslah, onlara Allah’ın bir olduğunu ispat etmek istiyordu. Muhammed “aleyhisselam”ın bildirdiğine göre, hak din olan İbrahim “aleyhisselam”ın dininde bildirdiği esaslar ile, Musa ve İsa’nın “aleyhimesselam” bildirdikleri dinlerin esasları birdi. Fakat sonradan bu dinlerin içerisine bozuk itikadlar, inanışlar karıştırılarak tahrif edilmiş, yahudilik ve hıristiyanlık şeklini almıştı. Muhammed “aleyhisselam”, bütün bu dinlerin birbirinin temadisi, devamı olduğunu ve en temizlenmiş şeklinin ise, ancak İslamiyet olduğunu herkese anlatıyordu.
(İslam) demek, (kendini tamamen teslim etmek) demektir. İslam dininin kitabı, Kur’an-ı kerimdir. Diğer dinlerin kitaplarında yalnız manevi hususlardan bahis olunurken, Kur’an-ı kerimde aynı zamanda, içtimai, iktisadi ve hukuki hükümler de mevcuttur. İnsanlara dünyada neler yapmaları lazım geldiği hakkında, hatta medeni kanun şeklinde olan hükümler çoktur. Aynı zamanda, nasıl ibadet edileceği, nasıl oruç tutulacağı, vücudun nasıl yıkanacağı hakkında emirler bulunduğu gibi, diğer insanlara ve başka dinden olanlara karşı nasıl hüsn-i muamele edileceği hakkında da malumat vardır. Kur’an-ı kerim, müslüman olmayan zalim hükümetlere karşı mücadeleyi emreder. Bütün esası tek Allah’a ibadet etmektir. Dini resimleri, heykelleri men eder. Şarabı ve domuz etini yasaklar. Musa ve İsa’yı da “aleyhimesselam”, Peygamber olarak kabul eder. Fakat, bunların derecelerinin son Peygamber olan Muhammed “aleyhisselam”dan daha aşağı olduğunu bildirmiştir.
İslam dinini kabul edenler ve Onun emirlerine uygun olarak yaşayanların ahirette, içinde dünya zevkleri, nehirler, meyveler, ipekli sedirler bulunan Cennete gideceklerini ve orada kendilerine genç ve güzel huriler verileceğini müjdeler.
Muhammed “aleyhisselam”, gayet güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve çok dürüst bir zat idi. Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğü, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Müslümanlığın esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir sınıf farkı tanımamış, en fakir bir müslümanın bile hatırını saymıştır. Büyük bir zaruret olmayınca, zora başvurmamış, bütün meseleleri tatlılık ile, anlaşma ile, nasihat ve izah ile hal etmeye uğraşmış ve çok kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde tekrar Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve çok kısa zaman içinde, yari vahşi Arapları, dünyanın en medeni insanları hâline getirmiştir.
İslam dini, her birinin hakkını tanımak şartı ile, bir erkeğin dörde kadar kadınla evlenmesine izin vermektedir. Muhammed “aleyhisselam”, 8 Haziran 632 tarihinde vefat etmiştir.) (Kürschner Ansiklopedisi)
Ansiklopedinin bu yazısını okuduğumuz zaman, şu kanaate varıyoruz:
Bunu hazırlayan tarihçi, İslam dininin Allahü teâlânın dini olduğuna tam inanmasa bile, bu dinin mükemmel bir din olduğunu ve tek Allah’a inanmayı emrettiğini, vahşi Arapları medeni yaptığını kabul etmekte, hele Peygamber efendimizden, pek büyük bir meth ve sena ile bahsetmektedir. İşte, ne mükemmel bir insan olduğunu bütün dünyanın tasdik etmek mecburiyetinde kaldıkları Muhammed aleyhisselama, son derece dürüstlüğü ve sadakati sebebi ile, en büyük düşmanları, azgın kâfirler dahi (Muhammed-ül-emin) [Kendine güvenilir Muhammed] derlerdi. Bu kudsi vazifeyi, her türlü müşkilata rağmen, devam ettirdi.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]
(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmeyen, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 2-4]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
(Alemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şânı] ne yücedir.) [Furkan 1]
(De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]
(Muhammed “aleyhisselam”, kendi arzusu ile konuşmaz. [Çünkü O, tevhidi ilan ve şirki yok etmek ve dini yaymak ile emr olunmuştur.] Onun [din işlerinde] konuşması ancak vahiydir.) [Necm 3,4]
(De ki, ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Şu var ki) bana İlahınızın sadece tek bir ilah olduğu vahiy olunmuştur. [Zatında benzeri, sıfatlarında şeriki, ortağı yoktur.] Rabbine kavuşmak isteyen bir kimse, amel-i salih, faydalı iş işlesin ve Rabbine kulluk etmekte hiç şerik [ortak] koşmasın.) [Kehf 110]
Bütün bu zikrettiğimiz hususlar, beyan ettiğimiz hakikatler, tertibindeki ilahi nizam, Kur’an-ı kerimin dünyanın en büyük mucizesi olduğunu, inansın inanmasın herkese gösteriyor.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur’an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
Kur'anda çelişki olmaz |
Ateist diyor ki:
Sual: Kur’anın bazı âyetleri niye çelişkilidir?
CEVAP
Bir karıncayı yaratmaktan aciz birinin, kâinatı bir nizam içinde yaratan ve devam ettiren Yaratıcıya böyle söylemesi ne kadar ahmaklıktır. Bu koca kâinatı görüyorlar da, bunun bir yaratıcısının bulunduğunu kabul etmiyorlar.
Allah’ın kelamında tenakuz [çelişki] olmaz. Cenab-ı Allah buyuruyor ki:
(Eğer o [Kur’an-ı kerim] Allah’tan başkası tarafından [gelmiş] olsaydı, elbette onda tutarsız [uyumsuz] çok şey bulunurdu.) [Nisa 82]
Eshab-ı kiramdan birkaç zat, bir âyet-i kerime üzerinde farklı yorumlar yaparken, Resulullah efendimiz çıkageldi ve buyurdu ki:
(Sizden önceki ümmetler, Allah’ın gönderdiği kitabı yanlış yorumladıkları için helak olmuştur. Bu Kur’anın bir kısmı, diğer bir kısmına zıt değildir. Anlayamadığınız yerleri bilenlerden sorun!) [İ. Ahmed]
Peygamber efendimiz, kimseden bir şey öğrenmemiş, hiç yazı yazmamış iken ve geçmişlerden ve etraftakilerden haberi olmayan insanlar arasında hasıl olmuş iken, Tevrat’ta ve İncil’de ve bütün başka kitaplarda yazılı şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hâllerinden haber verdi. Her dinden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini hüccet ve burhanlar ile susturdu. En büyük mucize olarak Kur’an-ı kerimi ortaya koydu. Allahü teâlâ, Resulüne buyuruyor ki:
(Sen [Kur’an gelmeden] önce bir kitap okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler, [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derler ve [Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmidir, bu ise ümmi değil diye] şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]
Kur’an-ı kerimde çelişki yoktur ve olamaz. Kur’an-ı kerim, her cahilin kolayca anlayacağı basit bir kitap değildir. Kur’an-ı kerimin tercümesini okuyup da, hüküm çıkarmaya çalışmak çok yanlış olur.
|
Kur’an-ı kerim değişmemiştir |
Sual: İbni Sebeciler, “Kur’anı ilk üç halife değiştirdi” diyorlar. “Ben bir resulüm” diyen Reşat Halife de, Tevbe suresinin son iki âyeti değişti diyor. Bunlara nasıl cevap verebiliriz?
CEVAP
Kur’an-ı kerime inanan insan böyle bir iddiada bulunamaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.) [Enam 115]
(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]
(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24]
(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88] [14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allahü teâlâyı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]
(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?) [Nisa 82]
(Kur’anı kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: O halde Allah’tan gayri çağırabildiklerinizi [yardıma] çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.) [Hud 13]
(Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]
Kur’an-ı kerim, Resulullah efendimizin en büyük mucizesidir. İçinde bütün dünyada bugüne kadar yapılmış medeni kanunlara örnek teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait birçok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları, nasihatler, dünya ve ahiret hakkında, o zamana kadar hiçbir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır. Bunlar kimsenin söyleyemeyeceği bir ifade ile beyan edilmiştir. Müşrikler, mucize isteyince de buyuruldu ki:
(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?) [Ankebut 51]
“Bu Allah’ın kitabı değildir” diyebileceklere karşı da, böyle şüphelere yer bırakılmamıştır. Allahü teâlâ, Resulünün böyle bir kitap yazacak kudrette olmadığını ve Kur’anı kendisinin vahiy ettiğini teyit etmektedir. Esasen Resulünün özellikle ümmi, [okuma yazma öğrenmemiş] olmasını ve bu sebepten Kur’anın ancak Allah tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını istemiştir. Bir âyet meali:
([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler, [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derler ve [Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmidir, bu ise ümmi değil diye] şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]
Bu eşsiz mucize olan Kur’an-ı kerime uyabilmek için, Kur’anın muhatabı olan Peygamber efendimize uymak ve şerefli sözlerini [hadis-i şeriflerini] kabul etmek lazımdır.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(De ki, “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar.] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
Kur’an-ı kerimi öğrenmek ve öğretmek |
Sual: Kur'an-ı kerim öğrenirken ve okurken dikkat edilecek hususlar nelerdir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Kur'an-ı kerimi tecvide uygun öğrenmeli ve her gün az da olsa, okumaya çalışmalıdır! Bu husustaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Kur'an öğrenen ve öğreten en hayırlınızdır.) [Buhari]
(Kur'an okuyan kimse, bunamaz.) [Tirmizi]
(Kur'an okunan yere rahmet ve bereket yağar.) [Buhari]
(Kur'an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur'an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.) [Darimi]
(Her gece on âyet okuyan, gafillerden sayılmaz.) [Hakim]
(Kur'an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.) [Müslim]
(Kim bir âyet öğrenirse, kıyamette onun için nur olur.) [Darimi]
(Bir âyet öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan daha iyidir.) [İbni Mace]
Kur’an-ı kerimi okumak sünnet, dinlemek ise farzdır. Yani dinlemek daha çok sevaptır. Mushafa bakarak dinlemek daha sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kur'an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.) [Buhari]
(Kur'andan bir âyet dinleyen sayısız çok sevaba kavuşur.) [İ. Ahmed]
(Kur'anı öğrenip gece-gündüz okuyana imrenmek gerekir.) [Müslim]
(Kur'an okuyanla dinleyen, sevapta ortaktır.) [Deylemi]
(İnsanların en çok ibadet edeni, en çok Kur'an okuyandır.) [Deylemi]
(Kur'an-ı kerim okuyup, ezberleyen, helalini helal, haramını haram bilen, Cennete girer. Ayrıca [müslüman] akrabasından, hepsi de Cehennemlik olan on kişiye şefaat edip, onları Cehennemden kurtarır.) [Tirmizi]
|
|
Kur’an-ı kerim değiştirilemez |
Sual: Tevbe suresinin son iki âyeti fazla diyen, Kur’anın değiştiğini söyleyen kâfir olmaz mı?
CEVAP
Böyle bir şeyi Müslüman yaparsa kâfir olur, kâfir zaten kâfirdir, tekrar kâfir olmaz. Emirler yasaklar Müslüman içindir.
Önce Kur’an-ı kerimin bugünkü hâle nasıl geldiğini bildirelim:
Yemame savaşında, Kur'an-ı kerimi hıfzedenler [ezberleyenler] şehid olup azalmaya başlayınca, Hazret-i Ömer, halife Hazret-i Ebu Bekir’e, Kur'an-ı kerimin yazılıp Mushaf haline gelmesini tavsiye etti. Hazret-i Ebu Bekir de, Resulullahın kâtibi olan Zeyd bin Sabit’e sureleri ayrı ayrı yazdırdı. Sonra, Eshab-ı kiramın ittifakı ile bir heyet tarafından bir mushaf yazıldı. Hazret-i Osman zamanında bu mushaftan, 6 adet daha yazılarak vilayetlere gönderildi. Bugün bütün İslam ülkelerinde mevcut olan Kur'an-ı kerimlerin tertibi ve şekli bu mushafa tam uygundur. O zamandan beri de bir tek harfi değişmemiştir. (Mirat-ı kâinat)
Kur’an-ı kerimin değiştiğini söylemek birkaç yönden küfür olur:
1- Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimi hiç kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunu bizzat kendisinin koruyacağını bildiriyor:
(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur'anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.) [Enam 115]
(Kur'anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor. Diyelim ki 19 cu, Tevbe suresindeki iki âyeti veya başka âyetleri çıkarıp Tam Kur’an diye bir kitap bastırsa, piyasaya sürülünce, hile meydana çıkar ve hiç itibar görmez.]
Bu üç âyet-i kerimeye rağmen, Kur’an değişti demek çok büyük, çok çirkin bir iftira olur.
2- Kur’an-ı kerimi hâşâ Resulullah değiştirdi diyenler de çıkıyor. Bu, âlemlere rahmet olarak gönderilen son Resul için çok çirkin iftiradır. Üzerinde durmak bile gerekmez. Bir âyet meali
(Eğer O [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]
Resulullah değiştirdi diyen bu âyeti de inkâr etmiş olur.
3- Daha çok Rafıziler, üç halife ile eshab değiştirdi diyorlar. Üç halife, âyet-i kerimelerle övüldüğü gibi, eshabın tamamı da övülmektedir. Hepsinin Cennetlik olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali:
([Eshab-ı kiramın] hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad ettik.) [Hadid 10]
Hepsi Cennetlik olan bu kıymetli insanlara nasıl iftira edilebilir ki?
4- Mucize olması bakımından da değiştirilemez. İki âyet meali şöyledir:
(Kulumuza [Peygambere] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24]
(De ki: Bu Kur'anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88] [14 asırdır, din düşmanları, hâşâ Allahü teâlâyı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da yapamadılar. 19 cular da bunu yapamaz.]
Kur’an-ı kerime şerh koymak
Sual: İbni Sebeci, (İbni Abbas anlatır: Ömer, hutbesinde dedi ki: Hepiniz biliyorsunuz ki, Allah recm âyetini gönderdi. Hepimiz bu âyeti ezberledik. Ayrıca, Resulullah recm cezasını tatbik etti, biz de tatbik ettik. Benim endişem şudur: Aradan uzun zaman geçince, bazıları, "Kitabullah’ta recm cezası yoktur” diyerek inkâr edebilir. Eğer insanlar, "Ömer Allahü teâlânın kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalardı, recm âyetini yazardım) mealindeki olayı anlattıktan sonra, “Bak Ömer dedikodudan korkmasa idi, Kur’ana ilaveler yapacakmış. Kur’ana ilave yapabilecek birisi, nasıl Müslüman olur?” diyor. Bu konuya bir açıklık getirir misiniz?
CEVAP
Bu olay anlatıldığı gibi mi, yoksa değişik mi? Böyle kabul ederek cevap veriyoruz:
1- Hutbede bildirildi dendiğine göre, demek ki eshab-ı kiramın hemen hepsi orada idi. Çünkü Cuma namazı ayrı camilerde değil, tek camide kılınıyordu. İbni Sebecilerin kendisini sevdiklerini söyledikleri İbni Abbas hazretleri bunu rivayet ediyor. O da orada idi. Hazret-i Ali de orada idi. Hiç kimse bu söze itiraz etmediğine göre, olay aynen Hazret-i Ömer’in dediği gibidir. Burada itiraz edilecek bir husus yoktur. İbni Sebeci’nin itiraz etmesi onun art niyetli olduğunu gösterir.
2- Hazret-i Ömer’in recm âyetini yazardım demesi, Kur’ana ilave değildir. Hazret-i Ömer, (Kur'an-ı kerimin sonuna haşiye olarak, dip not olarak durumu izah eden bir açıklama koyabilirdim, ama, bunu istismar edecek olanlar, bak Ömer Kur'ana ilave yaptı derler diye bu açıklamayı koymadım) demek istemiş olabilir. Çünkü Hazret-i Ömer, şu mealdeki âyeti bilmiyor muydu: (Eğer O [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]
Âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habibine böyle buyuran Allahü teâlâ Hazret-i Ömer’e ne yapmaz ki? Hazret-i Ömer’in böyle bir şeyi düşünmesi bile imkansızdır.
Aynı zihniyetteki kimseler, (Ömer’in böyle bir şerh koyma düşüncesi, Kur’ana gölge düşürmez mi) diye sorabilirler. Hayır asla mahzuru olmazdı. Çünkü Hazret-i Ali, âyetlerin altına Resulullah efendimizin yaptığı açıklamaları koyardı. Hatta bundan dolayı İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali’nin Mushaf’ı ayrıdır) derler. Ayrı bir Mushaf yok, açıklamalı Mushaflar vardır. Hazret-i Ali açıklama koyunca suç olmuyor da, Hazret-i Ömer koyarsa niye suç olsun ki?
Hepsi Cennetlik olan eshab-ı kiram yanlış iş yaparsa ortada din mi kalır? Çünkü, Kur’anı da, hadisleri de onlar bildirdiler. Onun için böyle sualleri gündeme getirmek bile yersizdir.
|
Garplı âlimlerin Kur’an hayranlığı |
Sual: Batılı âlimler Kur’an-ı kerim hakkında ne demişlerdir?
CEVAP
Kur’an-ı kerim hakkında garplı meşhur âlimler, edipler, hayranlıklarını daima izhar etmişlerdir:
Meşhur ediplerden biri olan Alman şairi Goethe, Kur’an-ı kerimin, tam doğru olmayan Almanca bir tercümesini okuduktan sonra, (İçindeki tekrarlardan sıkıntı duydum. Fakat ifadenin azameti, haşmeti karşısında hayran kaldım) demekten kendini men edememiştir.
Bir İngiliz rahibi olan Beoworth-Smith, (Muhammed ve Muhammede bağlı olanlar) isimli eserinde, (Kur’an, üslup temizliği, ilim, felsefe ve hakikat mucizesidir) diye yazmaktadır.
Kur’an-ı kerimi İngilizceye tercüme eden Arberry ise, (Ne zaman ezan dinlesem, o bana çok tesir eder. Akan nağmelerin altında, sanki davula vuruluyormuş gibi bir ses duyarım. Bu vuruş, sanki kalbimin vuruşu gibidir) demektedir.
Marmaduke Pisthali ise, Kur’an-ı kerim için, (En taklit olunmaz bir ahenk, en sağlam bir ifade! İnsanları ağlamaya veya sonsuz muhabbet ve aşka sevk eden bir kudret!) ifadesini kullanmıştır.
Gibbon, (Roma İmparatorluğunun Çökmesi ve Yıkılması) adlı eserinde şunları söylüyor:
(Kur’an-ı kerim, Allah’ın birliğini ispat eden en büyük eserdir.)
Bunların yanında birçok garplı filozof, ilim ve siyaset adamları, Kur’an-ı kerimden, büyük bir hürmet, büyük bir takdir, büyük bir hayranlıkla bahs etmektedirler. Fakat bunlar, Kur’an-ı kerimi, Allah kitabı olarak değil, Muhammed aleyhisselamın yazdığı büyük ve kıymetli bir eser olarak kabul etmektedirler. Eğer böyle olmasaydı, bütün bu hayranların müslüman olmaları icap ederdi.
Bakınız, meşhur Fransız şairi Lamartin bile:
(Muhammed, bir yalancı Peygamber değildir. Çünkü O, kendisinin Allah tarafından yeni bir dini yaymak için seçildiğine inanıyordu) demektedir.
Bu da, şunu gösterir:
Garplı ilim adamları, Muhammed aleyhisselamın yalancı olmadığını, fakat Onun kendi karihasından [zekasından] gelen Kur’an-ı kerimi Allahü teâlânın vahyi zan ettiğini ileri sürüyorlar. Onlara göre Muhammed aleyhisselam, yalan söylemiyordu. Hakikaten kendisini Peygamber zan ediyor ve ağzından çıkan sözlerin, Ona Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inanıyordu.
Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamıyacaksınız da.) [Bekara 23, 24]
(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]
(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?) [Nisa 82]
(Kur’anı kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: O halde Allah’tan gayri çağırabildiklerinizi [yardıma] çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.) [Hud 13]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]
(Müşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur’an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
|
Âyetlere tarihsel demek |
Sual: Bir arkadaş, "Ben tarihselliğe inanırım. Bana göre, Kur’anın dörtte biri Arap örf ve âdetlerinden ibarettir. Bunlara ilahi hüküm diye bakılamaz. Miras hükmü de bunlardan biridir. İnanmadığım bir şeyi ben karıma, kızıma nasıl anlatabilirim" dedi. Bu dini değiştirmek değil midir? İslamiyet kıyamete kadar geçerli değil midir? Hâşâ Allahü teâlâ yanlış şeyler mi bildirdi?
CEVAP
O kişinin, ya aklından, ya dininden zoru var. Akıl hastası değilse misyonerdir. Tarihsellik diye İslamiyet’i yıkmaya çalışanlar çıksa da, bu dine inanan ve onu yaşayan halis Müslümanların olacağını Peygamber efendimiz bildirmektedir. Dini yıkmaya önce hadislerden başladılar, işlerine gelmeyen hadislerin kimine uydurma, kimine zayıf dediler. Şimdi de, Kur’andaki âyetler o zaman içindi, şimdi geçersizdir demeye başladılar. Hatta, (O zamanki Yahudi ve Hıristiyanlar kâfir idi, şimdikiler değildir. O zaman Müslüman olmak için La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demek şart idi, şimdi sadece La ilahe illallah diyen Müslümandır. Böyle inanana İsevi Müslüman denir) dediler. Bunlar, İslamiyet’i içten yıkmak için hazırlanmış oyunlardır.
O kişi, karısına, kızına miras hükmünü anlatamasa da, anlatanlar çıkar. Anlatan çıkmasa bile, Kur’anda bir hüküm varsa, buna inanmak şarttır. İnanmayan, bu hükümler o devre aitti diyen nasıl Müslüman olur? Böyle düşünmek, Allah’a ve Onun kudretine inanmamanın başka şeklidir. Hâşâ Allah, geleceği bilmez mi? Yirminci asrı, otuzuncu asrı bilemez mi? Bu miras hukuku, Arap toplumu içindir, yirminci asırda, miras şöyle olacaktır demekten aciz mi? Kur’an-ı kerime, dolayısıyla Allahü teâlâya nasıl böyle dil uzatılabiliyor? Hâşâ Allah, Arap toplumu için yanlış hükümler mi bildirdi? Arap toplumu, tefecilikle, faizcilikle uğraşıyor, içki içiyor, putlara tapıyor, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken, bunları yasaklamadı mı? Allah kimden korkacak da, doğru hükmü bildirmeyecektir?
Faideli Bilgiler kitabında deniyor ki:
(İslamiyet'te kadın, mirastan hiçbir şey almaya muhtaç bırakılmamıştır. Onun bütün ihtiyaçlarını, kocası, babası, erkek kardeş ve amca gibi mahrem yakınları, çalışıp, kazanıp, ona vermeye mecbur tutulmuştur. Erkeklerin, bu güç vazifelerinden dolayı, mirasın hepsini almaları lazım gelirken, İslamiyet kadınlara, erkeğe verilenin yarısını da onlara vermektedir. Erkek, kadına bakmaya mecbur, kadının ise, kendine bile bakması lazım olmadığı halde, İslamiyet kadını kayırmakta, ona ayrıca miras da vermektedir. [Hiç bir yakını yoksa, kadının ihtiyaçlarını Beytülmal karşılar.] İslamiyet'te kadınların çok kıymetli oldukları, buradan da anlaşılmaktadır.)
Böyle bir fitne ortamında, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına sarılmaktan başka çare yoktur. Mızraklı ilmihal’i bile okuyup amel eden kimse, imanını kurtarabilir. Başka kitaplara bile ihtiyaç kalmaz. Mızraklı ilmihal, Cennet yolu ilmihali adı ile İslam Ahlakı kitabının içinde bulunmaktadır. İslam Ahlakı kitabını okuyan, dinini bid’at ve hurafelerden koruyabilir.
O arkadaş, Kur’an-ı kerimdeki âyetler için, (Bunlara ilahi hüküm diye bakılamaz) diyor. (Kur’anda bildirilen namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler de, o zamanki insanlar içindi, bugünkü modern insanın bunlara ihtiyacı yok) diyen tarihselciler de vardır.
Böyle bir ortamda, medyada konuşanlara, şahsi sözlerini din gibi anlatanlara uymayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına yapışarak din gemisini kurtarana kaptan denir. Ne mutlu onlara.
|
Türkçe Kur'an yazılamaz mı? |
Sual: İnciller, bütün dillere çevrilirken niçin Kur’an Arapça öğretilir ve ibadetlerde Arapça okunur? Her Türkün okuyabileceği Türkçe bir Kur’an yazmak günah mıdır?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi, dili Arapça olanlar bile tam anlayamaz. Hatta ulemanın en büyükleri olan Eshab-ı kiram bile, âyetlerin manalarını Resulullaha sorarlardı. Bir hadis-i şerif meali:
(Kur’an, Allah’ın metin ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz.) [İbni Mace]
Yusuf suresinin, (Biz Kur’anı Arapça olarak indirdik, umulur ki, siz onu anlarsınız) mealindeki 2. âyet-i kerimesi, tefsirlerde özet olarak şöyle açıklanıyor:
Biz Kur’anı herhangi bir dil ile değil, en geniş, en açık, en âhenkli olan Arap dili ile indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu Kitabın ulviyetini, kendisinin bir şaheser, hükümlerinin, etkili sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini görürsünüz. Ey Araplar, Kur’an-ı kerim, sizin lisanınızla indi. Bugüne kadar birçok edebiyatçının, şairin sözünü dinlediniz. Hiçbirisine benzemediğini, insan sözü olmadığını, ilahi bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.
Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilahi kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkamını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, (Ey Resulüm, Kur’anı insanlara açıklaman için indirdik) mealindeki âyet-i kerimeye zıt olurdu. (Nahl 44)
Bugüne kadar gelen bütün edebiyatçılar, Kur’an-ı kerimin nazmına ve manasına aciz ve hayran kaldılar. Bir âyetin benzerini söyleyemediler. İcazı ve belagatı insan sözüne benzemiyor. Bir kelime çıkarılsa veya eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor. Çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kağıt ve mürekkep bulunamayacağı bizzat Kur’anda bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki, Rabbimin [İlmini, hikmetini bildiren] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109, Beydavi]
Kur’an çok vecizdir. Çok kısa bir cümle içinde bir başka dile tek cümle ile aktarılamayacak kadar çok manalar bulunması özelliğinden dolayı asırlardır yüzlerce, meal ve tefsir yazılmış, hâlâ yazılmaya devam edilmektedir. Bugün Türkçe yazılmış yetmişe yakın meal vardır. Bunların hiçbirinin Kur’anın orijinal metninin taşıdığı ilahi mucizevi edebi niteliği taşıması mümkün değildir. Kur’an âyetlerindeki cümle ve kelimelerin birden çok manaya gelmesinden dolayı mealler birbirini tutmuyor. Bunun için bazı müellifler parantez içinde açıklama getirmektedir. Ama yine de tatminkâr olmaktan uzaktır. Kur’anın diğer kitaplardan önemli bir farkı da, onun bir edebiyat mucizesi olmasıdır. Hatta şiirde ve edebiyatta zirveye çıkan Mekkeli müşrikler, bu yüzden Kur’ana nazım dediler. Bu vasıftaki Kur’anın edebi kıymeti kaybolmadan hiçbir dile tercümesi mümkün değildir. Bunun için bizzat Kur’an meydan okuyor:
(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24]
(De ki: Bu Kur'anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]
Müşrikler, mucize isteyince de buyuruldu ki:
(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?) [Ankebut 51]
|
İslam harfleri |
Sual: Kur’andaki harfler Arap harfleri değil mi, bunlara niye İslam harfleri deniyor?
CEVAP
Türkiye'deki seyyidler, Arap oldukları halde Kürtçe konuşuyorlar. Kürtçe konuşmaları Kürt olmalarını gerektirmediği gibi, Arapların İslam harflerini kullanmaları, kendi harfleri olmalarını gerektirmez. Osmanlılar ve daha önceki Müslüman Türkler, toplam bin yıla yakın İslam harflerini kullanmıştır. İran ve daha başka ülkelerde de, İslam harfleri kullanılmaktadır. Arapların kullandığı harflerin İslam harfleri olduğuna dair, çok vesika vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ Arşı yaratınca, üzerine Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulallah yazdı.) [İ.Rafii]
(Allahü teâlânın Levhi mahfuzda yazdığı ilk şey, Bismillâhirrahmanirrahimdir.) [Deylemi]
(Yer gök yaratılmadan iki bin yıl önce, Cennetin kapısında Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullâh yazılmıştır.) [Ukayl, İ.Neccar]
2- Âdem aleyhisselam Cennetteyken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah) yazılı gördü. Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu, bundan anlamıştı. Bunlar, oralarda İslam harfleriyle yazılıydı. O harfler, insan yapısı değildir. Dünya ve Âdem aleyhisselam yokken, o harfler vardı. Bütün kitaplar ve sahifeler, İslam harfleriyle gönderilmiştir. (Mir’at-ül-Haremeyn)
3- Âdem aleyhisselam ve her şey, Muhammed aleyhisselamın şerefine yaratılmıştır. Arş, gökler ve Cennetlere, İslam harfleriyle mübarek ismi yazılmıştır. (Mevahib-i ledünniyye)
4- Hud aleyhisselama gelen kitap da, İslam harfleriyle idi. (Hadika, Letaif-ül-işarat)
5- Mushafı hiç okumayıp, hayır ve bereket için evde bulundurmak sevabdır. Bir kâfirin ismini yazıp, buna hakaret edilmez; çünkü İslam harflerine hürmet gerekir. (F. Hindiyye)
6- Levh-i mahfûzda, ilk yazılan, Besmeledir. Âdem aleyhisselama ilk gelen, Besmeledir. Cennet davetiyesinin imzâsı Besmeledir. (S. Ebediyye)
|
|
|
|
|
Ölmeden önce ölünüz ne demektir?
Herkesi sevecek miyiz? Kim sevilir, kim sevilmez?
Fıkıh ne demektir? Neden her Müslümanın fıkıh öğrenmesi gerekir?
İnsan niye yaratıldı?
Bilip de yapmayan kendisini kurtarabilir mi, başkalarına faydalı olabilir mi?
Din kitaplarında kötülenen dünya nedir?
İbadetlerimizde gevşeklikten nasıl kurtulabiliriz?
|
|